29 Aralık 2014 Pazartesi

Fransa, Paris ve Daha Fazlası

Nacizane blogumun 3516 kez görüntülendiğini gördüğüm bu karlı İstanbul gününde en son seyahat ettiğim Fransa' dan bahsetmek istiyorum. Kibarlığın ülkesi Fransa, ingilizce konuşan çok az kişiye rastlayacağınız, pastaneleri, tatlıları, unlu mamülleri, binbir çeşit peyniri ve şaraplarıyla oldukça iştah açıcı bir ülke. Kilo almak istemiyorum diyorsanız rotanızı Fransa'ya çevirmeyin. 

Fransız şaraplarının tadına ülkenin köylerinden kasabalarına ve büyük şehirlerine kadar baka baka dolaştım diyebilirim. Şaraplar sanki köylerde daha bir lezzetli insanlar daha bir yardımsever gibi. Şöyle bir durum da var ki bu insanların hayata bakış açısı bambaşka, kendi zamanlarına değer veriyorlar; bir köye gittiğinizde başlangıçta hiçkimse yaşamıyor mu burada diye düşünmeyin, bilin ki saat 2 ile 7 arasında insanlar çalışmıyor, tüm yiyecek içecek dükkanları kapalı, tedarikli bir şekilde dolaşın derim. 7 den sonra kafe ve restorantlar yeniden faaliyete geçiyor, 10 gibi köylerde hayat duruyor. Alp dağlarının uzantıları bu kasabalara bol oksijen gönderiyor, insanların bol oksijenden kafaları iyi :) yani net.  Ne istediklerini biliyorlar. 

Lyon şehrin ortasından geçen büyük nehir manzarasıyla, engebeli yokuşlu ara sokaklarında bulunan şirin kafeleriyle göz dolduruyor. Vichy yaşam standardının çok üstün olduğu ve genelde yaşlı nüfusunun hakim olduğu termal 2 otelin uçuk fiyatlarıyla hizmet verdiği yeşil ve şirin bir kent. 

Gelelim Paris'e... Hayatımın fon müziğini oluşturan hayal şehir Paris her ne kadar bizim İstanbul'umuzun karmaşasını içinde barındırsa da romantik bir atmosfere sahip. Tarihi dokusunu bugüne dek korumayı başarmış, ünlü restorantlarında saatlerinizi geçirebileceğiniz, büyük bir otopark sorunu olan büyüleyici güzellikte bir şehir. Paris'e arabayla gitmeyin. Başka tüm yollarla gidin fakat araba en son seçeneğiniz olsun. Bisiklet kullanımı son derece yaygın olan Paris'te gecelere kadar bisikletle sokak sokak dolaştım, metroyu da kullandım ama bisikleti tercih ederim. Louvre Museum, Eiffel Tower görmemeniz mümkün olmayacak kadar görkemli yapılarıyla sizleri karşılamakta. 

                                  

                                  

    

                                 

Otellere önceden rezervasyon yaptırmazsanız hangi mevsim olursa olsun yer bulamazsınız. Hotel du Nord personelinin soğukluğu ve odaların vampirimsi kırmızı renk dekorasyonu ile tavsiye etmediğim otellerden. Daha kişiliksiz fakat büyük oteller belki de daha mantıklı Paris için. 

Merkezin bir daire biçiminde olduğunu düşünürsek merkezden uzaklaştıkça mahalle kültürlerinin yaygınlaştığını görüyorsunuz. Merkezdeki binlerce liralık ürünler satan mağazalardan 4 mahalle ötesine geçtiğinizde uygun fiyatlara her türlü ürünü bulabileceğiniz mütevazi dükkanlar mevcut. Ama ana caddelerden birine gittiğinizde bir pastane ve çikolata dükkanına mutlaka girin. Paris anlatılmaz yaşanır. ;)
                                  

    

     

                 

          .           .       

  

  

                                 

                                 


13 Aralık 2014 Cumartesi

Medeniyetin Ülkesi İsviçre

Kasım'da ne yapılır dedim ve İsviçre'ye Alp Dağları'na gitmeye karar verdim. Basel havaalanına indiğimde 3 ülkeye birden giriş çıkış yapılan sistemi inceledim. Burada bahsetmek istediğim nokta ülke çıkış kapılarından bir kez dışarı çıktığınızda Fransa, Almanya, İsviçre arası demir parmaklıkları görüyorsunuz fakat eğer fikir değiştirip başka ülke sınırına geçmek istiyorsanız içeri geri dönüp istediğiniz ülke sınır kapısından tekrar çıkış yapabiliyorsunuz. 

İsviçre medeniyetin en üst kotalarda hüküm sürdüğü, aşırı sakin, az kalabalık, hatta sanki düzenden insanların biraz canının sıkıldığı yemyeşil bir ülke. Zürih şehri Kasım ayında da oldukça soğuk olmakla birlikte pahalılığıyla da ün salmış. Köylere doğru çıkıldıkça medeniyetin zirvesine ulaşıyorsunuz. Şöyle ki içinde satıcıların bulunmadığı aldığınız ürünü tartıp parasını kapalı bir tahta kutuya attığınız dükkanlar mevcut. Aynı uygulamayı bizim ülkemizde yapsak nasıl bir sonuç ortaya çıkar düşünmeden edemiyorum. Tabi asıl neden o insanların hiçbirşeye ihtiyacı olmaması, herkesin refah düzeyi son derece yüksek. 

Alp Dağları İsviçre Fransa sınırına yaklaşıldığında her noktadan görülebiliyor. 4000 5000 metre yüksekliğindekileri görüp büyülenmemek elde değil. Dağların olduğu bölgelerde hava sıcaklığında ani düşüşler ve ani sisler olduğundan dikkat etmek gerek.

İnsanlardan bahsediyordum, çocuklar bisikletleriyle eğitim kalitesi son derece iyi görünen (bunu bir çocukla sohbet ettiğinizde kolaylıkla fark edeceksiniz) okullara giderken yetişkinler de işlerinin başında oluyorlar. Bu yüzden sokaklarda fazla insan yok olanlar da yaşlılar ve turistler. İşsizlik diye bir sorunları olduğunu kesinlikle düşünmediğim İsviçre' de insanlar adeta bir şıklık ve kibarlık yarışındalar. 

Bir gün umarım bizim güzel ülkemiz de bu aşamaya gelir diyerek konuyu noktalamak ve çektiğim kareleri paylaşmak istiyorum. İşte İsviçre...











Bir Günde 3 Ülke Son Durak Budapeşte!



Sınırlar.. Sınırlar... :) Ülke sınırlarındaki farklı uygulamaları anlatan başka bir yazı da yazmayı planladığım bu yağmurlu yaz gününde, öncelikle Budapeşte'den bahsetmek istiyorum kısaca. Slovenya'dan çıkıp Hırvatistan'a oradan da Macaristan'a geçtiğimiz o enteresan günden. Yorucu bir yolculuğun ardından başkent Budapeşte' ye doğru yolumuza devam ettik. Budapeşte gece karanlığında ulaştığımız yegane şehirlerden biri, karanlıkta aydınlatılmış şehrin güzelliği de bambaşkaydı diyebilirim, dünyada en iyi ışıklandırılan başkent seçilmiş olmasının bu durumda payı çok büyük olsa gerek...



Tuna Nehri'nin ikiye böldüğü şehir Buda ve Pest denen iki kısımdan oluşuyor. Buda eski kültürü Pest yeni kültürü simgeliyor diyebilirim. Buda kısmında hayat daha normal; sokaklarda bir turistten ziyade kendinizi Macar zannedeceğiniz kadar sade ve sıradan bir yaşam devam ederken Pest kısmına geçtiğinizde kendinizi bir anda turistik şaşalı hayatın içinde buluyorsunuz. Turistlere yönelik Budaeye denen dönmedolap, alışveriş için can atıyorsanız trafiğe kapatılmış uygun sokaklar ve hatta mağazaların önünde oklarla bekleyen ve sizi mağazalara davet eden genç kızlar derken turist olarak o ülkede bulunduğunuzun farkına varıyorsunuz. 



Budapeşte'de güzel bir kale ve birçok katedral kilise varken (bunların isimlerine ve bilgilerine zaten google sayesinde rahatlıkla ulaşabilirsiniz) benim bahsetmek istediğim bir diğer konu evsizler. Sokaklarda lüks binaların lüks merdivenlerinde hatta bazen sokağın tam ortasında biryerde sayıları oldukça fazla olan evsizlerle karşılaşıyorsunuz. O kadar tezat ki durum lüks bir restorantın içinde insanlar afiyetle yemeklerini yerken, kapının bir iki metre yanında bir evsiz yastığı ve battaniyesiyle uzanıyor. Kimseye bir zararları olmamasıyla beraber bazen daha güler yüzlü bulduğum evsizlerin şehirde sayısı oldukça fazla. Ulaşım ücretsiz Budapeşte'de, yani bir tramvay ya da otobüse bindiğinizde eğer siz kendi kararınızla bir bilet alıp basmıyorsanız etrafınızda size zorla bilet aldıracak ne bir güvenlik ne de bir güvenlik sistemi var. Şehrin içinde bir günde istediğiniz kadar tramvaya binebilirsiniz, tüm şehri tramvay sistemiyle gezebilirsiniz denebilir. Bizim ülkemizdeki gibi sıkı bir akbil denetimi ve güvenlikçiler mevcut değil.

Parlamento binası ve nehrin iki bölümünü birbirine bağlayan köprüler dikkat çekici. Kaleye çıktığınızda manzara daha da netleşiyor kuş bakışı şehri gözlemleyebiliyorsunuz. Macar salamı, mavi peynir, gulaş çorbası, tuzlu ve tatlı krepleri deneyebileceğiniz tatlar. Cafe Center en beğendiğim tatlıları yapan samimi bir personele sahip içi de oldukça zevkli dekore edilmiş bir kafe. 

Macar halkı oldukça yardımsever ve iyi niyetli. Bir yer sorduğunuzda ingilizceyi çok iyi konuşamamalarına rağmen size yardımcı olabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar, bunun için zaman harcamaları da onlar için çok önemli olmuyor. Budapeşte'de turistler genellikle her ülkede çok yaygın olarak kullanılan kırmızı otobüslerle turistik bölgelere taşınıyor fakat yürüyerek de şehri çok rahatlıkla gezebilirsiniz. Çok büyük bir şehir olmaması, nehrin kıyısında yürümek için geniş bir kaldırım ve bisiklet yolu bulunması bisiklet severler için de güzel bir imkan. Avrupa'nın birçok ülkesi gibi bisiklet kullanımı Macaristan'da da yaygın. Budapeşte için anlatacaklarım bu kadar. Bir sonraki gezim için sabırsızlanıyorum :)

5 Eylül 2014 Cuma

Slovenya'da Kısa bir Tur

Viyana'dan 5 saat süren tren yolculuğu sonrasında Slovenya topraklarına ulaşıyorsunuz. Bu tren seyahati boyunca bol bol çam ormanı ve küçük şirin köyler görüyorsunuz. Ljublyana başkenti bu güzel ülkenin. 


Taksiler şehir merkezinin içine kadar giremiyor çünkü merkez sadece bir yürüyüş alanı. Eskişehir'le büyük benzerlikler gösteren şehirde bir nehir ve iki yanında restorantlarla dolu. Tabiki eski kiliseleri ve ara sokaklarındaki şirinlikle de dikkat çekici bir şehir Ljublyana. 



Şehrin en önemli turist çeken yerlerinden bir tanesi de kalesi. Kale yüksekte olduğundan teleferiğe benzer bir sistemle çıkılıyor ve yukarıdan tüm şehir manzarası ayaklar altında. Kale sonradan çok fazla restore edildiğinden tarihi çekiciliğini kaybetmiş durumda, daha çok güzel bir çay içmek için gidilip oturulabilecek bir manzara ve kafeler için gidilebilir, eğer tarihi birşeyler göreceğim diye bir beklenti içindeyseniz gitmeyin derim. 






Slovenya lezzetli kahveleri , güzel vişneli peynirli börekleri, samimi, insanları gülümseyen bir ülke. Tavsiye ederim. 

22 Ağustos 2014 Cuma

Masal Şehir Viyana

Bazen kendinizi tarihin bir döneminde herşeyin ve herkesin eski masumiyetini ve coşkusunu koruduğu bir filmin orta yerinde bulursunuz, hissedersiniz ya Viyana için en iyi tasvir bu olsa gerek. 




Binaların muazzam tarihi görüntüsü, heykellerin mükemmel detayları, sanatçı insanların enerjisi bir yana sokaklarda yürürken aşağılara değil yukarılara bakmayı öngörür bu güzel şehir. Çünkü en yükseklerinde o binaların sizleri bekleyen ünlü simalar vardır. 


Beethoven' ın ya da Einstein' ın sıkça oturduğu, bilim ya da sanat camiasından dostlarıyla muhabbet ettiği, kahve içtiği bir kafe hala orada eski yerinde duruyordur mesela. Eski opera binaları geniş alanlara kurulu beklemektedir yeni izleyicilerini. Viyana Üniversitesi' nin etrafında yürürken görürsünüz Goethe' den Schiller' e herkes portre heykelleriyle sizlere bakıyordur. 


Bir de benim gibi Viyana Film Festivali dönemine denk gelen şanslılardansanız artık diyecek söz yoktur. En güzelini izlersiniz balenin operanın dev büyük bir ekranda muazzam bir katedralin dev bahçesinde.


İnsanları aydın fikirli sanat severlerdir, zaten kimseyi zorla bir operaya götüremeyeceğinizden orada olma nedenleri bile sizin için mutluluk kaynağı olabilir.



Gizem doludur Viyana, sıcak ve samimi bir enerjisi vardır, kendinizi turist gibi hissetmezsiniz de sanki bir kısa zaman yolculuğu yapmış gibi merak içersindeyken bulursunuz; bir sonraki sokağın köşesinden dönünce hangi güzel sarayın, kütüphanenin ya da çiçeklerle dolu bahçenin sizi karşılayacağını düşünür heyecanlanırsınız. Kaldığınız yerdeki personel şaşırılacak kadar iyi niyetli, kibar ve yardımseverdir. 

Güzeldir Viyana, dostluklarıyla da özlenen şehirdir...

3 Ağustos 2014 Pazar

Açık Hava Müzesi mi? O Halde Prag !

Çek Cumhuriyeti komünizmin bir dönem damgasını vurduğu tarihte adını Slovakya ile yaşadığı bölünmeyle ve "Kadife devrim" ile gösteren bir ülke. İnsanları birayı çok seviyor. Öyle ki bira sudan bile ucuz. Prag adeta bir açıkhava müzesini andıran sevimli bir şehir. O kadar çok turist var ki eğer yanınızda şehre dair bir haritanız yoksa kalabalığı takip edin tüm görülmesi gereken yerlere gidersiniz. Özellikle Japon turist kafileleri bu konuda çok iddialı. Ünlü isim Charles döneminde ülke yönetimini ele geçirmiş ve yaptırdığı mimari herşeye kendi adını koydurmuş. Charles Bridge de bunlardan bir tanesi. Köprü üzerinde dini semboller barındıran hikayeler anlatan birçok heykel mevcut olmakla birlikte yaz aylarında her bir bireyin her bir heykel önünde fotoğraf çektirme sevdasından, köprüden geçmek zaman alıyor. 



Nehrin bir yanında Old Royal Castle, devasa bir park ve John Lennon Wall, diğer yanında da Old Town denen eski yapılarla kuşatılmış bir şehir bulunuyor. Royal Castle adından da anlaşılacağı gibi krallık döneminden, şehrin manzarasının enfes görüntüsüne bakabileceğiniz kadar yukarıda bu kale. Çok büyük bir alana yayılmış ve kocaman bir manastıra da sahip. 



Aynı rotada bir de oyuncak müzesi mevcut. Savaşta ve yoksullukta oyuncakların nasıl şekillendiği renk ve dokusunun nasıl dönüşümler geçirdiği çok güzel betimlenmiş müzede. 


John Lennon duvarı özgürlük temalı renk renk grafitilerle özlü sözlerle donatılmış. 


Old town da ise Old Clock Tower ve Old Jewish Cemetery ön planda. Tabiki bir dönem insanların yığınla çıktıkları bir meydan ve bu meydanda sallanan "Kadife devrim" in simgesi sayılan anahtarlıklardan çıkan özgürlük tınısı da hala sanki kulaklarda. Old Jewish Cemetery öldürülüp üstüste gömülen Musevilerin mezarlarını ve çocuklarının savaşta çizdiği resimlerle dolu bir müzeyi içeriyor. 16 ölü bedenin üstüste gömüldüğü bu nedenle toprağın yükselerek adeta bir tepe oluşturduğu toplu mezarlık insanlığın kendini sorgulaması gerekli olan yerlerden bir tanesi. Dünya rekoru bu mezarlıkta imiş.

Old Clock Tower üzerinde ölüm ve yaşam, iyilik ve kötülük simgelerini anlatan azizlerle kaplı oldukça etkileyici bir saat kulesi. İkinci Dünya Savaşı sırasında şehre atılan üç bombadan bir tanesinin isabet ettiği yer, saatin hemen bitişik binası ortadan kalkmış ama yakından ve dikkatle bakmadıkça anlaşılması zor şehir meydanlarıyla, canlılığıyla oldukça hareketli.  Heryerden müzik sesleri yükseliyor sokaklarda. 


Bu yoğunluktan kaçıp kafa dinlemek isteyenler için şehrin içinde devasa bir alana yayılmış olan park çok iyi bir çözüm. Parkta bir çok mevye ağacı mevcut, mevsimini yakalarsanız çok şanslısınız demektir . :)









1 Ağustos 2014 Cuma

Sanat şehri Berlin


Berlin herkesin aşina olduğu Berlin Duvarı ile bilinir. Tarihe bu duvar utanç duvarı olarak geçmiştir. Bu şehire ilk geldiğinizde -eğer İstanbul gibi kaotik bir şehirden geliyorsanız- kendinizi inanılmaz bir düzen içinde bulursunuz; gelişmişliğin doruklarında olan Berlin sokaklarında çöp, izmarit, sakız, kola kapağı bile göremezsiniz. Bisiklet kullanımının bu kadar yaygın olduğu bir şehir daha görmedim diyebilirim, bu yüzden kilolu kimse yok, herkes sabah koşusu akşam yürüyüşü derken aşırı sağlıklı ve zinde görüntüsüyle şehire güzel bir hava katmakta. 

Berlin biraz yukarılardan bakabilme şansına ulaştığım bir akşam, şehirdeki tarihi dokuyu da sizlere sunmamı sağladı. 

Fotoğrafa bakınca ağaç göremediğinizi düşünebilirsiniz fakat durum hiç de öyle değil; aslında heryer yemyeşil, büyük parkları, eski bir havaalanının boş devasa arazisi, bisiklet yolları derken insanların gerçekten de nefes aldığı bir şehir Berlin. Tabii 48 km uzunluktaki Berlin duvarı ve duvarın bir yanındaki boydan boya grafitilerden de anlaşılıyor ki sadece bir düzen değil aynı zamanda bir sanat şehri Berlin. Sokaklarda müzisyenler, ressamlar, tasarımcılar özgürce sanatlarını sergilerken türk marketinde de gözleme ve sigara böreği yapan türklerle karşılaştım. Evet, özellikle türk nüfusunun en yaygın olduğu şehirlerden bir tanesi Berlin. Hepsi gözleme yapmıyor tabi sanat yapan tamamiyle bu kültüre ve yaşam şekline entegre olmuş kendi dili gibi almanca konuşabilen türkler de burada...


Zamanında aileleri ayıran, batı Berlin ve doğu Berlin arasındaki varlığıyla insanların ölümüne neden olan Berlin Duvarı şimdilerde tam bir açık sanat müzesi gibi. Ünlü grafiti sanatçılarının ücret ödeyerek sergiledikleri çalışmalar boydan boya duvarı kaplamış eskiye sünger çekmekte. Sadece sanata değil bilime de değer veren bu güzel şehirde bir botanik bahçesi gezme imkanım oldu. Kew gardens kadar etkileyici ve büyüleyiciydi bu güzel bahçe... Ve de çok da düzenli...


Tropik bitkiler bölümü her zaman favorim olmuştur ama bunun yanında paleobotanik kısmı çok geniş tutulmuş bir botanik müzesini de barındırıyordu botanik bahçesi...İşte meraklısına biraz bitki örneği, biraz fosil bitki :)


Kiliseleri ile, doğası, tarihi dokusu, hassas ve nazik insanları, gece hayatı ile İlgili daha anlatılacak çok daha güzel şey varken Berlin hakkında, ben gelip gözlerinizle görün, kendi anılarınızı biriktirin derim. Sevgiler