6 Nisan 2012 Cuma

Pollock's Toy Museum, LSBF dedikodusu & Dostluk

Bazı insanlar vardır hayatınıza kritik anlarda girerler ve bir daha da çıkmazlar. Zahide, benim hayatıma Londra'da girdi ve kalıcı bir dostluğun sarsılmaz temellerini attık. LSBF School of English her ne kadar karizmatik bir isme sahipse de tamamiyle Türkiye'deki ticaret merkezleri dershaneler gibi hizmet veren bir üniversitenin dil okuludur. İlk girdiğinizde sizin elinize bir deneme sınavı tutuşturup sınava alırlar ve seviyeniz dakikalar içinde belirlenir ve kurunuza göre yerleştirilmeden önce neden ingilizce öğrenmek/geliştirmek istediğiniz sorulur. Okul içinde her milletten insan olmakla beraber tüm milletler kendi kolonileriyle hareket ederler. Türkler türklerle, japonlar japonlarla, kolombiyalılar kolombiyalılarla, hintliler hintlilerle takılır ve eğer başka milletlerden arkadaşınız yoksa okul dil öğrenmek için sizin için en son önereceğim yerdir. Sokakta daha çok pratik yapma imkanınız var çünkü. Bir de türk bir ailenin yanında kalıp türklerle takılanlar var onların zaten dil öğrenme gibi bir amaçları hiç olmamıştır bence. Neyse.. Ben, zamanımın çoğunu müzelerde ve galerilerde geçirdiğim için sürekli biryerleri sormakla ilk günlerim akıp giderken okulda da öğleden sonra programında içinde türklerin de olduğu bir sınıfa gönderilmiştim ve Zahide'yle bu vesileyle tanıştık. İlk günler Natural History Museum hakkındaki olumsuz düşünceleri dikkatimi çekti; neymiş fosil bitki ve hayvan örneklerine ağırlık verilmemiş. Ben müzenin devasa büyüklüğüyle büyülenmiş, hangi alanları inceleyeceğimi şaşırmışken, bir kişinin böylesine spesifik bir alana dair beklenti içinde olması ve hayal kırıklığı yaşadığını dile getirmesi ilgimi çekmişti. Daha sonra aynı alanda eğitim aldığımızı öğrendim ve ev arkadaşıyla da tanıştım. Böylece Zahide'yle maceralarımız başlamış oldu. Bu arada kendi aramızda ingilizce konuştuğumuz ve bazen dayanamayıp bazı detayları türkçe anlattığımızı da eklemeden geçemeyeceğim. Soğuk kış akşamlarında okul çıkışlarında eğer biraz da zaman geçmişse kendinize de yeterince ingilizce pratik yaptığınızı kanıtladıysanız kendi dilinizi de zaman zaman konuşabilen bir dosta ihtiyacınız vardır demektir. Zahide'yle ünlü ingiliz biralarını tek tek denediğimiz akşamlar gelip geçerken sohbet oldukça koyulaşıyor, dostluğumuz gelişim gösteriyordu. Müze gezilerimizi işte bu sohbetler sırasında organize ederdik ve gideceğimiz gün Zahide genellikle beni 1 saatten az olmamak koşuluyla müzenin bulunduğu istasyon kapısında bekletir ama yanında taşıdığı defterine müzeye ya da galeriye nasıl gideceğimize dair önceden çizdiği detaylı haritalarla gönlümü alırdı. Bu haritalar tükenmez kalemle çizilmiş, üzerinde trafik ışıkları bile mevcyt olan, nereden sağa ya da sola döneceğimiz ayrıca not alınmış haritalardı. Böyle bir pazar günü Pollock's Toy Museum' a gidebilmek için Camden Town underground çıkışında buluştuk, buluşmamızdan önce ben yine istasyon önünde beklemeyi tercih etmeyip en yakında bulunan dükkanda soluğu almıştım üşümemek için. Camden başlıbaşına asi hiphop gençliğinin mekanı olmakla birlikte entellektüel açıdan insanların daha çok gelişmiş olduğunu düşündüğüm bölgesi Londra'nın. Müzeye gittiğimizde ev gibi bir görüntüsü olması bizi şaşırttı ve giriş için 3-4 pound gibi bir ücreti ödedik. Hemen müzik kutularının olduğu bölüm dikkatimizi çekti ve tüm minik müzik kutularını çaldık melodileri denedik. 11 pounda satılan bu minik kutucuklar çok şirindi. Müzede bölüm bölüm ve kat kat ayrılmış oyuncaklarla anlatılmak istenen birçok şey vardı. Temalar birbirinden farklıydı. Ülkelere göre bebeklerin de yüz hatları, giysileri değişiklik gösteriyordu. İşte bazı fotoğraflar.