4 Mayıs 2014 Pazar

Kontrast Renklerin Aydınlatılmasıyla Ortaya Çıkan Büyülü Manzara: Hindistan

Uçak yolculuğunun son aşamasında Hindistan' a inmeden önce tüm uçak yolcuları ilaçlandı. Hani üzerlerinde başka bir ülkeden zararlı bir böcek ya da parazit taşıma ihtimali var diye.. Gün henüz yüzünü göstermemişti pencereden uçağın sol kanadı ve bir alaca koyu mavi renk görünüyordu, sallanıyorduk. Türbülanslar da bu ülkenin çelişkili yanları olduğunu gösterir nitelikteydi sanki. İndiğimizde havada tatlı bir baharat kokusu, benim içimde de "ben buraya daha önce de gelmiştim" hissiyatı vardı. 


Taksi şoförüyle anlaştık ve Arambol'e doğru yola koyulduk. Mohan'ın ünlü kafesi ilk durağımızdı. Mohan içeride arka bölümdeki evinde uyuyordu, kızı okula gitmek üzereydi hazırlanmış bize gülümsüyordu. Heryer rengarenk evlerle dolu, kumaşlarla örtülü, ilginç karakterlerle donanmıştı. Ben uykusuz geçen yolculuğun ardından sessizlik içinde çevreme bakıyordum ki bu muazzam renkli kültürün izlerini takip etmeye başlamıştım bile. Uçakta ilaçlandıktan sonra sokakta yalınayak yürüyen insanları görmeye başladıkça bu ne yaman çelişki demiştim de tümden bir çelişki ülkesinin topraklarında olduğumun ilk günden farkına varamamıştım sanki. Saat sabah 6 idi ve tüm çalışanlar dükkanının önünü süpürüyor, hiçbir dükkana ayakkabıyla girilemiyordu, kapılarda uyarı levhaları vardı. Sokaklarda kutsal inekler cirit atıyordu; ineklerin tavrı bizim ineklerimiz gibi çekingen değil, bu inekler gayet kendine güvenli, attığı adımın arkasında duran, ne yaptığının farkında, saygı beklentisi son haddinde; tabi sonuç ortada; tüm araçlar motosikletler insanlar bir inek karşıdan karşıya geçtiğinde ne yapacağını şaşırıyor, duruyor, itibar ediyorlar. Öte yandan eğer bir evli çiftin erkek çocuğu olmadıysa olana kadar bekleniliyordu, kız çocukları hiçe sayılıyordu. İtibar kavramı farklı bir boyut mu kazanmış desem bilemedim şimdi... Bu sözcükler bütünü bize kendi topraklarımızdan da birşeyler çağrıştırıyordur eminim ki...


 Zıtlıklar demiştim; yürürken her kapının önünde çamaşır çitileyen, bahçesini süpüren hatta toprağı yıkayan, sulayan şık kadınlar görürsünüz çarpıcı renklerdeki geleneksel taşlı işlemeli kıyafetleriyle, takılarıyla etrafta boy gösteren bu kadınlar organik ve inorganik çöp ayrımı kavramını iyice benimsemişler ve iki ayrı çöp kutusunu kapılarının önünden eksik etmiyorlar; diğer taraftan eğer bir alan kimseye ait değilse, boş bakımsız bir araziyse bir çöplük olması kaçınılmaz; plastik poşetler, süt poşetleri, şişeler, geri dönüşümsüz herşey etrafa saçılmış, sizde şaşkınlık oluşturmak için gereken anı bekliyorlar sanki...






Hint mutfağı tamamiyle baharat temelli bir vejeteryan mutfağı, zencefil tüm yemeklerin içinde. Her bir yemekte en az 6 7 çeşit farklı baharat bulunmakta. Bu durum aslında biraz da çevresel adaptasyon diyebilirim; sivrisinek cenneti sahil kesimlerinde bol baharatlı yemek kana karıştığında sivrisinekler size pek yanaşmıyor. Tropik meyvenin her çeşidi ve tabiki hindistan cevizi ve mamülleri en çok göreceğiniz şeyler arasında. Muz ekmeği benim favorim olmakla birlikte milkshake ve noodle kültürü de nereden gelmiş bilmiyorum ama bir şekilde buraya da gelmiş. 

Sahiller yaşam dolu, burada mecazi bir anlam değil kastettiğim; bildiğiniz yaşam. Kumu hafifçe kazdığınızda yengeç ve tüm kabuklu deniz canlılarını bizzat görebilir, yürürken her bir adımda canlılığın üzerine basıyorum hissini duyabilirsiniz. Palmiye en yaygın ağaç olmakla birlikte kutsal banyan ağaçları benim favorilerim. Her evin önünde küçük bir tapınak var ve tapınağın içinde de bir fidan. Evet bitkiler de kutsal sayılıyor burada, fidanın etrafında mum ve tütsü yakılıp dua ediliyor. Çok tanrılı dinlerinin çeşit çeşit tanrı figürleri heykelleri her mahallede bulunan ihtişamlı renklerle boyanmış tapınaklarda boy göstermekte. 


Hindistan çok renkli festivallere ev sahipliği yapan yelpazesi geniş bir ülke.
Gokarna muz fırlatma festivali de bu festivallerden biri, tanrıları sembolize eden bayraklarla donanmış arabalara muz fırlatan kalabalık halk grubundan muzu arabanın içine fırlatabilenlerin bir dahaki yaşamları daha arınmış ve üst bir seviyede olacağına inanılıyor. Ben de bu kalabalığın arasındaydım. Hintliler çığlık atıyor, sanki bir fanatik taraftar topluluğu gibi ne yapacaklarını şaşırıyorlar, muzları kol kaslarının engin güçleriyle fırlatıp kendilerinden geçiyorlardı. İnsanoğlunun inanç ritüelleri etkisinde hangi boyutlara gelebileceği konusunda daha geniş bir perspektif kazanmama vesile oldu bu aktivite. 

Bu geniş toprakların bir yanında bunlar olurken diğer yanına geçmek istiyorum. Trenle 12 saat süren yolculuktan sonra ulaştığımız Mumbai da hayat biraz daha ağır aksak seyrediyordu. İşçi sınıfı geceleri sokakta bulduğu bir köşede kıvrılarak yatıyordu ki büyük ihtimal farklı bölgelerde kurulu bir düzeni, bir ailesi çocukları olan bu insanlar sabahın erken saatlerinde işlerinin başında olabilmek için işyerine en yakın noktada yere seriliyordu. Londra metrosunun ünlü lacivert kırmızı halka şekli de hint tren istasyonlarında kendini hint diliyle gösteriyordu. Artık kim kimden çalmış bu simgeyi bilemiyorum. Tren garları demişken şehir içi hattında bir trene binmek sizin için olağandışı ve çok gerçekçi bir deneyim olacaktır. İnsanların karton kutu misali bitişik evlerde konserve kutusundaki bir balık istifi şeklinde yaşadığı bir bölgeden bahsediyorum. Sadece güzel manzaralar ve temiz hava isteyen bu yolculuğa çıkmasın. "Bir tren camından dünyayı gördüm" diyor ya Teoman, işte öyle bir durum söz konusu. Tren içinde kadınlara ayrılan kompartımanlar tel örgülerle çevrilmiş, erkekler tellerin ardındaki vahşi yaşamlar gibi izole edilmiş sanki. Tabi karma olan bölümler de mevcut ben karma bölümü tercih ettim nedenini ben de bilmiyorum :) Pencereden dışarıyı izlerken tvde de Charlie Chaplin' in büyük diktatör filmi dönüyordu. Bu ne tezat demeyin bu kadar tezat içinde normaldir; demek ki kondüktör, insanların bu filme ihtiyacı olduğunu düşünmüş. 


Varsayımlar arasında gidip gelen bir hayat gibiydi bu tren yolculuğu. Hızla geçip gidiyordu ve gördüklerine sen de inanamıyordun. Bazı şeyler gülümsetiyorken bazıları da sorular sormana neden oluyordu. Henüz 13 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kadın, kompartımana annesi erkek kardeşi ve iki kız kardeşiyle alelacele bindi ve yere oturarak bebeğini emzirmeye başladı. Böyle durumlarda bakmak ve bakmamak arasında gidip geliyorum. Baksam o kişiyi rahatsız edeceğimi bakmasam önemli bir gerçeği görmezden geleceğimi düşünüyorum. Neyse ki bu küçük anne bir an bana baktı, gözlerindeki yorgunluğu fark etmemek olanaksızdı. Tren son istasyona vardığında hissettiğin tek şey geride bıraktıkların. 


Gelelim Varanasi'ye... Mumbai'den 26 saat süren tren yolculuğu ardından Varanasi'deydik. Varanasi... Kelimelerin tükendiği topraklar... Yaşam ve ölüm bir karede bu kadar mı içiçe geçer, böyle mi güzel tasvir edilir bilemiyorum. Büyülü enerjisi sizi ilk vardığınızda şöyle bir sarsıyor Hinduizmin ana toprağı "holy place" Varanasi' nin dar sokaklarında neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. O kadar çok şey oluyor ki bir saniye içinde hangisine konsantre olacağınızı bilemiyorsunuz. Örneğin; o dar sokakların birinden siz, bir inek, bir bisiklet, bir motosiklet bir kaç kişi bir anda geçiyorsunuz ve etrafta bir başkası diğeriyle konuşuyor bir köpek size doğru koşmaya başlıyor, bir bufalo yolunu kaybetmiş üstünüze doğru gelmeye başlıyor ve sahibi de bir sopayla bufaloyu kovalıyor, diğer yandan karşınızdaki restoranttan gelen baharatlı kızarmış ekmek kokusu burnunuza dokunurken bir kaç sinek bacağınıza konmaya çalışıyor, yolun temiz tarafından da yürümeye çalışıyorsunuz aynı anda ve yolunuzu da kaybetmemelisiniz, birden dini ritüelleri ve müzikleri davul seslerini duymaya başlıyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz bir yaşlı amca oturduğu yerde uyuyakalmış bacağınıza doğru düşmeye başlıyor; siz refleksle kaçınıyorsunuz üstünüze düşmesin diye o da başını yere vuruyor başı kanamaya ve insanlar toplanmaya başlıyor yüzüne su atıyorlar, neyse ki durumu iyi. Bunların hepsi aynı anda oluyor aynı saniye içinde, aynı film karesinde. Böyle bir yoğun yaşam...Ritüeller demiştim Ganj Nehri' nin iki ayrı bölümünde ölen insanlar yakılıyor nehre atılıyor kalanlar, küller ve bazen istisnai durumlarda (yılan sokması, ölen kişinin hamile olması, gibi dini nedenler) yakılmadan da atılıyor ölenler; canlı insanlar da bu nehirde yüzüp çamaşır yıkıyorlar, kutsal Ganj suyu... Yakanlar dini açıdan en üst mertebeden ve aile içindeki herkes baba oğul aynı işi yapıyor: ölü yakmak. Kolay bir iş değil hele ki o sıcakta 24 saat aralıksız yapıldığında. Önce ölen kişi bambulardan yapılmış bir tutacakla getiriliyor ve çok detay yok aslında beden ateşe öylece atılıyor. Eğer ölen sandal ağacı odunu istiyorsa yanmak için önceden para vermesi gerekli; malum odunun kilosu pahalı. Bu yüzden üst mertebe kişiler sandal odunuyla diğerleri klasik odunla yakılıyor. Yanma konusunda anlatılacak birşey yok. Herşey oldukça netti benim için ve gerçek.

Varanasi hakkında son söyleyeceğim şey; "ben bu dünyada yaşıyorum" diyebilmeniz için buraya gitmeniz bu insanlarla aynı boyutta bir hayat sürdüğünüzün farkına varmanız gerekiyor. Seni çok özleyeceğim Varanasi! 


Serüvenlerimde yanımda taşıdığım not defterim ve ellerim bu kadarını yapabildi blogum için. Daha anlatılacak çok fazla detay var bu sevimli ülke adına. Zaman buldukça yazacağım.