29 Haziran 2013 Cumartesi

Şiirsel Güzellik: Mardin

Ermeni ve Süryani taş kesme işçiliğinin adeta kendisini konuşturduğu evleriyle ve Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"sine konu olmuş Mardin kalesiyle hayat boyunca mutlaka bir gün gidilip görülmesi gereken şehir Mardin.
M.Ö. 4500 yıllarından beri Suryanilerden Babillilere, Perslerden Bizans ve Selçuklulara kadar birçok devletin hakimiyeti altına girmiş olan bu büyüleyici şehirde 23 cami, 3 medrese ve 10 kilise bulunmaktadır. Unesco'nun koruması altındadır. Daracık merdivenli sokaklarıyla, ortodoks ve katolik kilisesinin bitişik duvarlarla yükseldiği otantik kent, Musul Bağdat ve Halep kervanlarının tarihi yol kavşağıdır.
Mezapotamya Ovası'nın şiirsel güzelliği karşısında heyecanlanmamak mümkün değildi benim için... Bu güzellikleri görmek için yapmanız gereken tek şey küçük beyaz minibüslere binerek "Eski Mardin" olarak adlandırılan yerde inmek ve orada tarihin içine doğru yolculuğa başlamak olmalıdır. "Abbara" denilen karanlık bir ucu görünmeyen tüneller birbirine bağlar sokakları. Yaz sıcağında bu tünellerin içi oldukça serin bir halde karşılar sizleri.
Mardin' de kalınabilecek birçok butik otel ve pansiyon bulunmakta. Çok güzel tarihi yapılı restorantlar da mevcut. Antiksur bunlardan bir tanesi. Mezapotamya Ovası'nı gören butik otellerde fiyatlar değişiklik göstermekle birlikte 100-150 lira arasında. Benim tercihim manzaralı bir tane oldu ve işleten kadın da aynı zamanda yağlı boya resim yapıyordu minik ofisinde.
Birçok el işçiliğiyle üretilmiş altın ve gümüş satan mağazada, antikacılarda ve doğal sabun dükkanında zamanın nasıl aktığını siz de fark edemeyebilirsiniz.Güzel kokulu sabunlar ve o bölgeye has sıcak şekerli badem almadan dönmemelisiniz. Antiksur'da Mardin kebabını mutlaka denemelisiniz. Süryani şarabından bahsetmemek de olmaz tabiki...
İnsanlar sanki bundan bir 100 yıl öncesinde yaşıyor hissine kapılıyorsunuz, yüzlerinde saf ve güler yüzlü bir ifadeyle karşılıyorlar sizleri bütün kahvelerde lokantalarda. O kadar çok gezilecek tarihi yer var ki bir kaç gün asla yetmez bu mistik kentin her yanını görebilmeniz için. Hayran olunası bir şehir...

24 Haziran 2013 Pazartesi

DirenMedeniyet & DirenHasankeyf

Gündemin gayet dolu olduğu şu günlerde, olanlara bir akşamüstü ara verip biraz uzaklara bakmak istedim ve Dicle Nehri'nin sarıp kuşattığı, insanlığın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mezapotamya'da yer alan, Mari tabletlerinde adı geçen, Roma köprüsünün kalıntılarının kent sular altında kalmadan mutlaka görülmesi gereken, tarihin birçok döneminde ticaret yollarının kesiştiği, Türkiye'nin en büyük kazı alanı Hasankeyf'e değinmek istedim. Önceki dönemlerde Ermeni ve Arapların yaşadığı bu güzel kentin insanları o kadar iyi ve yardımseverdir ki gittiğinizde ilk dikkatinizi çekecek şey bu olacaktır. AVM yoktur :) Sevimli kafeleri, küçük bir iki restorantı dışında bir kaç halı satan mağaza bulursunuz burada. Batman'a 37, Mardin'e 100 km uzaklıktadır. Baraj meselesi yüzünden nüfusu her geçen gün azalmaktadır.
Yorgun bir sabahın ardından ulaştım Hasankeyf'e. Minibüste insanların birbirine nezaketli tavrı oldukça dikkat çekiciydi. Erkekler kadınların yanına oturmuyorlardı ayakta kalma pahasına... Tabi yollar da çok düzgün değil, bir de hızlı süren yolları ezbere bilen şoförler... Titreye titreye geçen minibüs yolculuğu umduğumdan da kısaydı. Şehir merkezi diye adlandırılan yerde indim. Etrafımda esnaf dükkanlarıyla dolu küçük bir sokak ve inanılmaz bir manzara bulunmaktaydı... Rengarenk el dokuması halılar göz kamaştırıcıydı.
Japon iki turist sohbet etmeye başladı beni bir sırt çantasıyla mücadele verirken görünce. Onlarla birkaç adım atıp sohbet ederken uzaktan birinin bana baktığını hissettim. Şevket Bey'di bu kişi, beni gördüğü gibi kalacak yer aradığımı anlamıştı. Bölgedeki tek pansiyonun sahibi olması da her zamanki gibi şanslı bir insan olduğumun kanıtıydı. Evet bir tane pansiyon var ve baraj yapılacak, bu yerler sular altında diye kimse yatırım yapmak istemiyor bu bölgede. İnsanlar sadece bekliyor ve bekliyor. Büyük bir sukünet ve olgunlukla olacakları; yapılacak barajın bu büyük tarihi sular altında bırakmasını bekliyorlar. Şevket Bey çay istermisin der demez çayımı doldurdu bile. Çayımızı içerken kendisinden ve İstanbul'da ticaretle geçen uzun yıllarından, iş hayatından bahsetti. Ailesiyle de tanıştım, hepsi çok güzel ve iyi kalpli insanlardı. Büyük şehirlerdeki insan ilişkilerini analiz etmeme yardımcı oldu tüm tanıştığım kişiler.
Beni kahvaltı yapmam için çok şirin ve güzel manzaralı bir restorant kafe olan "Yol geçen Hanı" na yönlendirdi. Çok hoş bir manzara ve güler yüzlü insanların eşliğinde kahvaltı yaptıktan sonra Hasankeyf'in oldukça ünlü rehberi Çoban Ali ile tanıştım. Kendisinden turist sezonunda randevu alınıyormuş çevreyi gezmek için.
Daha sonra beni de oraya gelecek olan bir turist kafilesiyle birlikte gezdirebileceğini söyledi ve ayrıldı. Oradan çıktım ve kafileyle buluştum. Herkes bu güzelliğin karşısında şaşkındı.
Bu fotoğrafları çekerken güzel insanlarla tanıştım. İçlerinden Zeydan hem kafe işletiyor hem de bu muhteşem tarihin içinde felsefe kitapları okuyordu. Onunla evren ve insanlık üzerine çok hoş bir sohbetin içine girmiştim ve tarih, felsefe ve sosyolojik kavramlar içeren harika bir gün geçirdim. Çoban Ali devletin "yasak" olarak ilan ettiği bölgeden bahsetti. Eskiden müze kartınızla giriş yaptığınız mağaraların ve bir kaç km ötesinde şelalenin olduğu bölüm, bir kişinin üzerinde oynanan taşlardan birinin düşmesiyle ölmesi nedeniyle yasaklanmıştı. Bu durum hem oradaki küçük esnafın zarar etmesini sağlamış, hem de bölgenin daha az rağbet görmesine neden olmuştu. Bu tablo gerçekten üzücü. Baraj yapıldığında sular altında kalan bölgedeki minarenin, karşı dağın kıyısında yeni yapılan hiç bir tarihi nitelik barındırmayan evlerin oraya taşınacağını söyledi insanlar. Minare oldukça eski, üzerinde Roma döneminden kalma "cennetin kapısı"nın üzerinde bulunan desenler barındırıyordu. Hala mağaralarda yaşayan bir kaç aile bulunmaktaydı.
İnsanlar mutsuz, şaşkın, beklemeye alınmış... Göz göre göre talan edilecek bu eski medeniyet topluluğu adına umutsuz... Sessizlik çığlıklarıyla haykırıyordu "yok olmasın" diye bu tarih. Geriye kalan güzel dostluklardı.