20 Aralık 2011 Salı
Oxford: Tarih'in Kenti
Uzun zamandır biricik blog sayfamı ihmal ettiğimin farkındayım. Şuana kadar 340 kez görüntülenmiş blogumun devamlılığı adına bugün güzel bir adım atacağım demektir. Tatlıses'in "Oxford vardı da biz mi gitmedik" sözü gönüllere öyle bir yerleşmiş hatta bilinç altımızda öyle çekişmeli etkileşimlere neden olmuş ki kendimi Oxford Üniversitesi' nde bulduğum bir günden bahsetmek istiyorum. Ama önce Japon ev arkadaşım Kotaro' nun asilliğinden bahsedeceğim. Japon toplumu kadar nezih, kibar, asil bir toplum görülmemiştir sanırım yeryüzünde. Hepsinin kibarlık diye bir gen taşıdığı kanısındayım ki Kotaro da bunların temsilciliğini yapıyordu. Aynı evde yaşıyorduk ve o gün Oxford'a birlikte gitmeye karar vermiştik. Ben ona sabah 8 gibi evden çıkacağımızı söyledim ve saat 7' de hazırlanmış, kahvaltısını yapmış, giyinmiş ve oturma odasındaki koltukta hazır bir şekilde uyuyakalmış beni bekliyordu. Bu kadar erken hazırlanmasına gerek olmadığını söyledim 8 sularında ve bana beni bekletmek istemediğini söyledi. Herhalde hiçbir toplumda 20 yaşlarında bir erkeğin bu kadar ince bir jest yapabilecek nezihliğe sahip olabileceğini düşünememiştim ki hala düşündüğüm söylenemez. Ben de apar topar evden çıktım ve tren istasyonuna ulaştığımızda sevgili Oxford Üniversitesi'ni göreceğim için mutluydum. Yaklaşık 1,5 saat süren yolculuk sırasında ikimiz de kitaplarımızı okuyorduk. Ben hala 'Kara Kitap' sevdasına düşmüş, zaman zaman ingilizcemi geliştirmeye geldiğim biryerde türkçe kitap okuyor olmamın verdiği sorgulamayla Orhan Pamuk'un uzun cümle yapılarına dalmışken, Kotaro' da kendi dilinden bir kitabı okuyordu. Bu beni nedense mutlu etmişti, kendimi garip birşey yapıyormuş gibi hissetmiyordum artık. Oxford'daydık. İstasyon çıkışı şehri tanıtan küçük haritalardan aldık ve yürümeye başladık. İlk durağımız St Mary the Virgin' di.
60 metre yukarıya çıkabilmek için kilisenin içindeki daracık merdivende kendimizle hesaplaşırken, yukarıdan manzaranın bu kadar güzel olabileceğini düşünmemiştik. İşte Oxford...
Üniversite binaları farklı yerlerdeydi. Ana binanın tarih kokan yapısı büyüleyiciydi.
Olayın Harry Potter'la ne gibi bir ilişkisi olduğunu düşünenler olabilir. Harry Potter'ın bazı bölümlerinin çekildiği okul da yakınlardaydı ve Kotaro'yla güzel bir öğle yemeğinden sonra soluğu o okulda almaya karar verdik. Kapıdaki görevli normalde para ödenerek giriş yapılmasına rağmen bize geçmemizi söyledi. İkimiz de ücretsiz geçiş yaptığımız bu okulda Harry Potter serisinden bazı sahneleri anımsatan bu koridorlarda kalabalık insan yığınlarını inceliyorduk. Harry Potter fanatikleri için inanılmaz büyüleyici benim gibi sadece ilk iki filmi izleyenler için estetik değer taşıyan işlemeli tavanlar...
Kentin tamamiyle tarih kokan bir havası vardı. Hüzün dolu aynı zamanda da eğlenceli insanları, havanın soğukluğu farklı bir ruh haline büründürüyordu insanı. Kotaro'yla geçirdiğimiz bu güzel günü unutmayacak hatta bir gün bu blog sayfasına yazacaktım... Zaman paradoksunda yaşamaya devam ediyoruz. Yağmur başlamıştı biz istasyona dönerken...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder